Komünist robotlar dünyamızı değiştirebilir mi?
DUVAR – Yapay zeka ve teknolojik gelişmelerde baş döndürücü gelişmelere tanık oluyoruz. Bütün bu süreçte bazen sadece teknolojik gelişmelerin toplumun refah düzeyini artırabileceği ya da tam tersine ‘Robotlar işlerimizi elimizden mi alacak’ gibi bir algı oluşuyor. sorusuyla şekillenen şüpheci bir yaklaşım.
Ancak gerçeği ararken sormamız gereken sorular o kadar kolay değil. Teknolojik yeniliklere rağmen çalışma koşullarının ağırlaştığı ve çalışma saatlerinin arttığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu nedenle, teknoloji ve refahın ortasındaki alaka bu kadar kolay olmamalı. Robotlar işlerimizi elimizden alacak mı sorusu birebir.
Peki bu robotlar kimin için çalışıyor? Robotlar, çalıştığımız işleri tehdit ediyor mu? Teknolojik ilerlemenin toplumsal hayatta bir takım değişiklikler getirmesi tüm dünya için geçerli olabilecek bir model midir? Peki ya bugünkü gibi kâr hırsı olmayan, toplumsal fayda peşinde koşan komünist robotların dünyasında yaşasaydık? Temel ihtiyaçlarımızı karşılamaya, iddia ettiğimizden çok daha az çalışma saatlerine ve boş zamana daha yakın mıyız?
Çalışma Ekonomisti Dr. Arif Koşar’ın ‘Robotlar İşimizi Elimizden mi Alacak?’ Bu kitap bu soruların cevaplarını arıyor. Kısa süre önce Kor Kitap’tan çıkan kitaptan yola çıkarak Koşar’la konuştuk.
‘TEHLİKE, YENİ İŞLERİN GÜVENSİZLİĞİ’
Kitabın başlığında da dediğin gibi ‘Robotlar işimizi elimizden mi alacak?’ diye sorarak başlayalım. Gerçekten böyle bir olasılık var mı? Robotlaşmadan korkmalı mıyız?
Robotlar elbette birçok işimizi elimizden alıyor. “Robotlar işlerimizi elimizden alacak mı?” Öncelikle soruya şu soruyla cevap vermek gerekiyor: Ne iş yapıyorsunuz? Yani ne yaptığınıza bağlı. Bazı işler robotlar tarafından elimizden alınacak ve birçok iş tarih boyunca insanlardan makineler tarafından alınmıştır. Mesela artık daktilo yok, adliye önündeki dilekçe veren sayısı çok azaldı. Spotify doğrudan değil, dolaylı olarak kaset üreticilerini ve CD dükkanlarını bitirdi. Bir fabrikaya bir robot yerleştirildiğinde, o personel işsiz kalabilir. İlk dokuma makinesi olan iplik makinesinin icadından bu yana işçileri işsiz bıraktı. Bunun gibi pek çok örnek verilebilir.
Ancak robotlar ve teknoloji genel olarak personel tasfiye ederken, ‘sermaye sürekli büyüyor ve yeni yatırımlar yapıyor, yeni yatırımlar yapıldıkça yeni işler ortaya çıkıyor’ diyen kapitalist bir zihniyet vardı. Bunun nedenlerine dair detaylara girmeyelim ama olgusal bir bakış açısıyla baktığımızda, teknolojinin gelişmesine rağmen personel sınıfı, sanılanın aksine olsa da büyüyor. İşçi ve işçi sayısı artıyor. Son 30 yılda, dünya çapında çalışan sayısı ikiye katlandı ve iki milyarı aştı. Teknoloji ilerliyor, robotlar çoğalıyor, yapay zeka inanılmaz şeyler yapıyor, hatta akıl almaz işleri bile ortadan kaldıracak. Ancak personel sayısı artıyor ve artacak gibi görünüyor.
Bazıları mantıklı, bazıları anlamsız olan pek çok yeni iş ortaya çıkıyor. Örneğin sosyal medya danışmanları, bu işleri yapan kişiler, yakın zamana kadar grafik tasarımcılar, yazılımcılar… Bilgisayarın ortaya çıkışından sonra bugün dünyada, son 40 yılda milyonlarca yazılımcı var. Örneğin ABD’de bilgisayarlar 30 yılda 3,5 milyon iş bitirirken, 19,3 milyon yeni iş yarattı. Sonuç olarak, birçok yeni meslek ortaya çıkıyor. Sadece Türkiye gibi daha orta düzey ülkelerde değil, teknolojik olarak geri kalmış ülkelerde de; Almanya ve ABD gibi teknolojinin ilerlediği ülkelerde hızla gelişen teknolojiye rağmen istihdam istikrarlı bir şekilde artmaktadır.
Bugünün asıl sorusu, teknolojinin ve işçi sınıfının ortadan kalktığı, tüm toplumun işsiz kaldığı bir distopya değil. İşsizlik var, döngüsel olarak artabilir veya azalabilir, önümüzdeki dönemde daha önemli bir sorun haline gelebilir ama toplumun tamamen işsiz kaldığı ve kapitalizmin ‘kapitalizm’ olmaktan çıktığı bir dünyaya gitmiyoruz, bu doğru değil. tehlike. Tehlike şu: işler ortadan kalkıyor, yeni işler ortaya çıkıyor ama bu yeni işler çok güvencesiz ve düşük fiyatlı. Bu yeni işler, eski işlerden farklı olarak ‘kötü’ işlerdir ve uygun koşullarda değildir. Bunu e-ticaret bağlantılı kuryelerde ve taban ücretle çalıştırılan milyonlarca beyaz yakalı işçide görüyoruz. Dolayısıyla günümüz dünyasının temel sorunu, yeni işlerin ve yeni istihdamın ve çalışma hayatının, yani ekonominin tamamının robotların işlerimizi elimizden alması yerine düşük fiyatlara, yoksulluğa, yüksek sömürüye ve güvensizliğe dayalı olmasıdır. Böyle bir ekonomi ve yeni iş dünyasındayız. Bu en büyük tehlikedir ve üzerinde durmamız gereken, bir çaba meselesi olması gereken sorun da budur.
‘ENDÜSTRİ 4.0 TÜRKİYE’DE GÜZEL OLABİLİR’
Kitapta değindiğiniz bir diğer dikkat çekici nokta da, özelde robotlaşmaya, genelde kapitalizme ‘liberal iyimserlik’ yaklaşımı. Adam Smith’ten bu yana liberal iyimser yaklaşımı ele aldığımızda, bunun çok uzun bir süredir hakim olan anlayış olduğunu görüyoruz. Hatta son 30 yıldır, muhtemelen Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, bu anlayış ana akımda daha da güçlendi. Her şeyden önce, robotlaşma söz konusu olduğunda liberal iyimserliği nasıl tanımlayabiliriz? Ayrıca yüzyıllara ve bunca başarısız örneğe rağmen aynı anlayış nasıl olup da ana akım olmayı başarabilmiştir?
Ve pek çok korkunç fenomenle yaşıyor olsak da: savaşlar, yoksulluk, sömürü gerçeği… Yine de liberal iyimserlik! Aslında liberal iyimserliğin farklı konularda baskın ideoloji olarak varlığını sürdürdüğü söylenebilir, ancak teknoloji bağlamında liberal iyimserlikten bahsediyoruz. Bunun özü “Teknoloji geliştikçe daha zenginleşeceğiz, daha müreffeh yaşayacağız, temel sorunlarımız adım adım çözülecek, daha iyi bir dünyaya doğru ilerliyoruz” anlayışıdır.
Bu yaklaşımın gerek Türkiye’de gerekse dünyada gerçek hayatta yaşanan tüm sorunlara rağmen hala çok etkili bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Günümüz dünyasında hakim olan ideolojinin en değerli bileşenlerinden biri teknolojik determinizme dayalı bir tekno-iyimserliktir. Bu, teknolojinin fetişleştirilmesidir. Hepimizin dünyaya bakışında öyle bir iç unsur var ki, günlük hayatımızın bir modülü haline geldi, kabullendik. Yani mesela telefonlar hayatımızı kolaylaştırıyor, bilgisayarlar kolaylaştırıyor, biz sadece uçakla bir yerden bir yere seyahat ediyoruz… Bu nedenle hayatımızı kolaylaştıran ve bu konuda iyimserliği haklı çıkaran bazı gerçekler var, bunlar tamamen yanlış değil. Aslında her ideolojinin etkili olabilmesi için belli doğruları içermesi, belli doğrulara dayanması gerekir.
Ancak teknolojik iyimserliğin en savurgan, tehlikeli ve aldatıcı yönü, yaşadığımız yapısal sorunları çözme vaadidir. Örneğin ‘Endüstri 4.0’ çok popüler. Üretimde otomasyon, dijitalleşme gibi çeşitli teknolojik gelişmelere gönderme yapar. Bu tür değişiklikler oluyor mu? Oluyor. Özellikle merkezi kapitalist ülkelerde oluyor mesela Almanya bu işin öncüsü. Türkiye’de ne kadar? Açık adımlar atabilir ama Türkiye gibi ülkelerde çok sınırlı kalıyor. “Burada oluyor, bizde de oluyor”. Böyle otomatik bir şey yok. Çünkü ülkelerin dünya ekonomisinde belli yerleri var, mutlaka bir iş bölümü var ve bu konumla ilgileniyorlar. Almanya’da bundan dolayı olabilir ama bu aynı ölçüde Türkiye’de olacağı anlamına gelmez, olamaz. İş bölümü gereği yüksek teknolojiye dayalıdır; Türkiye ucuz emeğe dayalıdır. Bu nedenle Türkiye’deki ekonomik yapı biraz elverişsiz. Türkiye’de ‘Endüstri 4.0’ hikayesi çok sınırlı ölçekte, sınırlı işletmelerde, sınırlı bölgelerde gerçekleşebilecek bir hikaye, otomatik yayılma değil.
LİBERAL İyimserliğin Bölgeselliği
Dolayısıyla liberal iyimser yaklaşımın bölgeselliği hakkında biraz konuşabiliriz. Tüm bu kavramlardan bahsederken aslında Batı’yı referans alıyoruz. Örneğin bir Avrupa ülkesi çalışma saatlerini azalttığında doğrudan teknolojik anlamda örnek teşkil ettiğini düşünüyoruz. Ancak hikaye dünyanın her yerinde aynı değil. Kimyada, sıvı dolu ‘u’ halindeki borunun bir ucundan basınç uygulandığında diğer uçtaki sıvı seviyesinin arttığını dünya için tam olarak aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Yani bu sadece batıda gördüğümüz iyimserliğin bir hologramı mı?
Aynen böyle. Örneğin Afrika’da teknolojik iyimserlikle ilişkilendirilebilecek gelişmeler çok az. Türkiye’de Batı’ya kıyasla teknolojik imkanların Batı’nın belli bölgelerinde daha farklı kullanılabildiğini görüyoruz. Bu, teknolojinin ötesinde bir tartışmayı gerektirir. Çünkü aynı zamanda dünyanın merkez ülkeleri ile bağımlı bölgeleri arasındaki ilişkilerle de ilgilidir. Bazı ülkelerde çalışma saatlerini azaltabilirsiniz ama neye dayanarak düşünüyorsunuz: Dünyanın bağımlı ülkelerinden Batı’ya fazlanın aktarılması temelinde ama orada bariz haklara, uygulamalara, sosyal devlete müsamaha gösterebiliyorlar. sistemler (örneğin Covid döneminde Almanya’da dağıtılan 2 bin euro). Kaynaklarının bir kısmı, dünyanın bağımlı ülkelerinin sömürülmesidir. Söyledikleriniz nedeniyle bir taraftaki gelişmeler başka yerlerde daha ağır sömürü anlamına gelebilir. Almanya’da yüksek teknoloji, Bangladeş’te ilkel teknoloji ile zorlu çalışma koşulları anlamına gelebilir. Bunlar tekno-iyimserlik açısından bakıldığında çelişkili, kusurlu görünüyor. Yani “zamanla değişecekler ama hepsi aynı amaca gidiyor” gibi görünebilir ama aksine bunlar çelişkiler değil, birbirini besleyen ve içinde yan yana var olan gerçeklerdir. içinde yaşadığımız sosyal sistem
‘TEKNOLOJİ SORUNLARIMIZI OTOMATİK OLARAK ÇÖZMEZ’
Başta da söylediğimiz gibi teknolojik gelişmelerin getirdiği kolaylıklara şahit oluyoruz ama çalışma saatleri ve koşulları gibi bir eğri ile karşılaşmıyoruz. Çünkü günümüzde önceki nesillere göre insanlar sosyal haklarını önceki dönemlere göre daha olumsuz bir durumda bulabilmektedirler. Teknolojik ilerleme ile çalışma saatleri arasındaki zıtlığın arkasında ne yatıyor?
19. yüzyıldan 1970’lere kadar dünyadaki iniş çıkışlara rağmen, çalışma süreleri her zaman azalma eğilimindeydi. Günde 15-16 saatten Batı’da 7-8 saate, dünyanın diğer yerlerinde 8-9 saate, aslında işçilerin kazanımlarına tekabül eden bir yumuşama yaşandı. Tabii çalışma koşullarında da. Örneğin çocukların çalışması yasak ama dünyanın belli yerlerinde doğal. Afrika’da hala çocuk madenciler ve çocuk tarım işçileri var. Ancak dünyanın belli bölgelerinde bu haklar bir şekilde sağlanmıştır. 70’lerden sonra hem çalışma süreleri hem de çalışma koşulları farklı bir şekilde kötüleşti. Yine ilginç olan, teknolojik gelişmelerin hız kazandığı 70’li yıllar: Bilgisayarlar adım adım günlük hayatta kullanılıyor, elektronik teknolojisi, yarı iletken teknolojileri, robotlar… Bunlar muhtemelen II. Dünya Savaşı’ndan sonra ivme kazanmış ancak ağırlıklı olarak üretim sürecinde ve ekonomide kullanımı 70’li yıllardan sonra ivme kazanmıştır. Bu nedenle 70’li yıllarda bilimsel-teknolojik bir devrimin yaşandığı ve bunun günlük hayata hızla yansıdığı söylenebilir.
Çelişki gibi görünen şu: O yıllardan bu yana yaşanan hızlı teknolojik gelişmeye rağmen son kırk yılda çalışma süreleri neden uzadı? Çalışma koşulları neden kötüleşiyor? Çalışarak geçimini sağlamak neden bu kadar yaygın? İş gerilimi neden bu kadar yaygın bir fenomen haline geldi? Neden garantisiz işgücü piyasasının ana karakteri haline geldi? Bu kadar teknolojik gelişmeye rağmen teknoloji, çalışma hayatında işimizin bariz olan yönlerini kolaylaştırsa da temel sorunların (çalışma süresi, güvenlik, iş stresinin azalması gibi) çözülmesi açısından faydalı olmamıştır.
Bunun nedeni çok kısaca açıklanmalıdır. 19. yüzyıldan 1970’lere kadar dediğimiz ilerleme ve kazanımlar sadece ve esas olarak teknolojinin gelişmesiyle ilgili değildi. Çalışanların çabası ve organizasyonu. Hem sendikal hem de siyasi anlamda örgütlenmesi, onları temsil eden partilerin siyasi arenadaki gücü ve etkisi… Tüm bu çabaların sonucunda 1970’lere kadar belli haklar kazanıldı ve belli ilerlemeler sağlandı. Bunda elbette Sovyetler Birliği’nin ve sosyalizmin prestijinin ve nüfuzunun değerli bir payı var. Ancak, güç istikrarı 70’lerden bu yana değişti. Sonrası bildiğimiz hikaye… 1973-74 krizinden sonra sermayenin neoliberal politikalarının uygulanması sadece siyasi bir değişim değildi. Aynı zamanda güç istikrarında bir değişiklikti. Güç istikrarındaki bu değişiklikle birlikte, teknolojik gelişmeler personel kazanımlarına karşı nispeten daha kolay kullanıldı. Garantisiz çalışmanın yaygınlaşması, kesintili çalışma vb. Çalışma şekli değişti. Bu sadece teknik-teknolojik bir değişim değil, aynı zamanda teknolojiden yararlanan sınıf iktidarının da değişmesi, teknolojinin sunduğu avantajların bir kısmının sermaye tarafından da kullanılması ve teknolojinin sermayenin işçilere ve işçi sınıfına karşı bir saldırı aracı haline gelmesiydi. personel sınıfına karşı kapitalist yanlısı hükümetler. Bu nedenle, teknolojik değişiklikler, bazı iyileştirmelere rağmen, çalışma hayatımızı kolaylaştırmak ve kolaylaştırmak için, ancak daha da kötüleştirmek ve ağırlaştırmak için kullanıldı. Teknoloji, çalışma hayatımızdaki veya sosyal hayatımızdaki sorunları otomatik olarak çözmez. Kimin ve nasıl kullandığına bağlı. Nükleer fizik tıpta sağlık problemlerini çözmek için kullanılabileceği gibi atom bombası savaş teknolojilerinde de kullanılabilir. Nasıl kullanılacağına ve kimin kullanacağına bağlıdır. Mevcut kullanımı temelde sermayenin hakimiyetinde ve çıkarları doğrultusundadır. Yani bir düşman varsa, robotlar veya yapay zeka değil, ona sahip olan multi-milyarderlerdir.
Tabii bu şu anlama gelmiyor: Bir teknoloji var, onu kim alırsa kullansın. Sadece bu şekilde değil. Çünkü bazı teknolojiler insanlık için kullanılamaz. Mesela nükleer silah kullanmak mümkün olmamalı mı? Ama insanlığın yararına kullanılabilecek çok büyük bir teknolojik birikim var, bunu insanlığın yararına kullanmalıyız ama bunun için güç bağlarının değişmesi gerekiyor.
KOMÜNİST ROBOTLAR HAYAT DÜNYAMIZI DEĞİŞTİREBİLİR
İnsanlık için ‘iyi’ ve ‘kötü’yü belirlemek için ideolojik bir arka plana ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, nihayet alternatif bir gelecek hayal edebiliriz. Günümüzde robotları ve teknolojiyi kim kullanıyor diye sorduğumuzda, kapitalist iktidar ilişkilerinin egemenliği ile karşılaşıyoruz. Peki komünist robotların egemenliği altında ne görebiliriz?
Bu, günümüz dünyasının en büyük ve temel çelişkilerinden biridir. İnsanlık tarihinin en ileri bilimsel ve teknolojik bilgisine sahibiz ama bu devasa bilgi genel olarak insanlık için kullanılmıyor. Bir adım geri çekilip bakabilmemiz inanılmaz. Pek çok teknoloji, pek çok teknolojik imkan dünyadaki açlık sorununu kolayca çözebilir. Ama açlık sorunu çözülmedi, çok saçma! Son derece teknolojik imkanlarla tüm dünyada çalışma saatleri büyük ölçüde azaltılabilir, ancak genel olarak çalışma saatleri artma eğilimindedir. Bazı şirketlerde günde 4 gün veya 6 saat konuşulsa da genel gidişat ters istikamette bunlar son derece küçük adacıklar.
Ama neden? İnsanlar refah içinde yaşayabilir, ancak dünyanın çoğu şiddetli yoksulluk içinde yaşıyor. Eh, Türkiye’deki güncel örnekler ortada: Okulda bayılan çocuklar, çocuklarının ihtiyaçlarını ya da kendi ihtiyaçlarını karşılayamadığı için intihar edenler… Bir sürü teknolojik imkan, bilimsel bilgi ve bunun gibi konular. Ana sorun bu. Günümüz bilim ve teknolojisi ile bu tür sorunları çözmek çok kolaydır. Sadece ekonomik sorunlar da değil. İklim krizi, gıda sorunu. Nasıl çözülebilir? Yani bu “Biz distopyalardan bıktık, yeni bir ütopya kuralım” gibi bir şey değil ama günümüz teknolojik imkanlarıyla insanlar çok kısa bir süre, örneğin günde 3-4 saat çalışarak yaşayabiliyor. Faydaları da var: Daha az iş stresi, daha çok sosyal hayat, daha çok hobi, arkadaşlarla vakit geçirmek, daha çok kültürel faaliyet… Bu, insanların hayatlarının bir bütün olarak değişmesi anlamına geliyor. Robotlar ve yapay zeka teknolojileri tüm bu imkanları sunarak refah içinde yaşama potansiyeli sunuyor.
Ekonominin temel varsayımı olarak bilinir: sınırsız ihtiyaçlar, sınırlı kaynaklar. Bunun bir nebze doğru olduğunu kabul etsek bile, insanların çok temel ihtiyaçları vardır ve bunlar son derece sınırlıdır. Barınma, -sadece beslenme değil- sağlıklı beslenme, giyim, kaliteli eğitim, kaliteli sağlık, insanca emeklilik koşulları… Bakın bu temel ihtiyaçlar sınırlı. Bu argüman karşısında, bir kişinin 100 Ferrari isteyebileceğini varsayarak ekonomi okumanıza gerek yok. Ve bu sınırlı ihtiyaçlar, bu teknolojik imkanlar ve bilgi birikimi ile çok kolay bir şekilde üretilip karşılanabilir ve bu anlamda müreffeh bir toplum mümkündür. Kâr için değil, emekçilerin, halkın çoğunluğunun menfaati için. Çünkü kâr amacı güden bir toplumda tüm bu imkanlar sermaye birikimi, zenginlik birikimi için kullanılır. Bu kapitalist çıkar biçiminin değişmesi gerekiyor. Bu değiştirildiğinde müreffeh bir yaşam, insanların temel ihtiyaçlarının karşılandığı bir toplum hiç de bu kadar mantıksız bir ütopik şey değildir. Çok mantıklı bir analiz. Kâr odaklı bir operasyon yerine insanı merkezine alan planlı bir ekonomiyi kuralım ve savunalım. Bu, birçok sorunu çözme yeteneğine sahiptir. Böyle bir dünyada robotları sadece youtube’da izlemeyeceğiz, günlük hayatta çok daha fazlasını göreceğiz. Yapay zeka bizi kontrol etmek yerine hayatımızı kolaylaştıracak ve makro sorunlarımızı çözmek için bir araç haline gelecek. Geçim sıkıntısı, yoksulluk, işveren baskısı, iş gerilimi, güvensizlik, geleceksizlik gibi “ilkel” acılardan kurtulmuş insanlığın kültürel gelişimindeki potansiyelleri öngörmek mümkün değil. Muhtemelen bu bir tür “İnsanlık 2.0” olacaktır.